13 Ekim 2014 Pazartesi

20'lere veda

30 oluyorum.

Ömrümün 30 yılı bitti... 20'lerim hayatımın şimdiye kadar yaşadığım en karmaşık dönemleriydi. Kaotikti. Kaos'u karmaşanın ötesinde "Evrenin düzene girmeden önceki biçimden yoksun, uyumsuz ve karışık durumu." olarak tanımlayalım. Ya da düzensizliğin bir düzen halinde varoluşu... Eski yunandaki anlamı "uçurum". Doğum sancısı... Yunan yaratılış mitolojisinde herşeyin başlangıcını temsil eden kavram... Daha sonra bu kaostan gaia(yeryüzü) tartaros(yer altının en karanlık bölgesi,bir nevi cehennem) ve eros yani aşk doğar ve yaratılış başlar. Nietzsche'ye göre "dans eden bir yıldız doğurabilmesi için insanın içinde olması gereken olgu"... Tehdit. Fırsat. Hepsi ve hiçbiri.

19umda İtalya'da okuyordum. Sevdiğim adam, şehir, üniversite, bölüm, hepsi varken... Yazılmayı bekleyen binlerce temiz sayfa... Eksik birşeyler vardı; sahnede şarkı söylemek istiyordum. İçimde büyümeyi bekleyen onlarca şey varken, onları sesimle anlamlandırmadıkça sanki değerleri azalıyordu ve bu beni tarif edilemez bir hüzne bürüdü.

Pılımı pırtımı topladım, herşeyi orda bıraktım ve bilinmezliğe doğru yürümeye başladım. İstanbul'a döndüm. İlk kez 20'lerimde sahneye çıktım ve harikaydı; şimdi hiçbir şeyim yoktu ama herşeyin yerini dolduracak o hissiyat beni kaplamıştı ve o tarif edilemez hüzün aniden gitmişti. Üniversite sınavına 20'lerimin ortasında hazırlandım (İtalya'ya giderken maturita' yapmıştım, üniversite sınavına girmedim ve hiç ÖSS testi çözmemiştim) Üniversitede güzel arkadaşlıklar edindim, bir yandan da başarılı insanların ister istemez nasıl düşman edindiğini gözlemleme şansım oldu. 

Çeşitli acımasızlıklarla ilk kez karşılaştım. Kadınlığımı ve kişiselliğimi çamura bulayan iftiralarla... Sarsıcıydı.

20lerimde çokça aşık oldum. Ama nasıl birşey olduğunu tam kavrayamadığımdan, doğru şekillerde sevemedim ve sevilemedim. İçin(m)deki dikenleri ayrıştıramadım ve sürekli canım yandı. Arzularım zaman zaman beni fena halde ele geçirdi, kimseyi dinlemedim. Terkedildim... Aldatıldım... Terkettim, hiç aldatmadım.

Çokça hata yaptım, en iyi öğretmenlerim o zaman geldi.

Depresyona girdim, sekiz ay çıkamadım. Her şey karanlıktı, sonra nihayet gözlerim açıldığında ışıktan gözlerim yandı, bir süre de onun körlüğüyle yaşadım.

Babaannemi kaybettim. Eli elimdeyken bedenini terketti ve sonra onu minnet ve sevgiyle yıkadım, uğurladım.

Babam ölümcül bir hastalıkla mücadele etti, bana asırlar gibi gelen ameliyatlara girdi, kendimi en çaresiz, en küçük o zaman hissettim. Hepimiz kilitlendik, mücadelesinden hiç vazgeçmedi, cesurca göğüsledi herşeyi, yaşama isteği ağır bastı ve çok şükür bize sağlıkla geri döndü.

Şarkı söylüyor olmaktan ötürü hiç tanımadığım kalplere dokunma şansım oldu. Neticesinde bir de baktım ki kızkardeşlerim olmuş. Alfabetik sırayla başta Aysel, Aysun, Büşra, Ecem, Pelin, Sare, Sinem, Yağmur olmak üzere niceleri... Ben düştüğümde onlar beni, onlar düştüğünde ben onları kaldırdım/k, "güzel günler bizi bekler" dedik, böyle ne fırtınalar geçti, mesafelere aldırış etmeden sevginin ve şefkatin beyazlığında yıkandık, beraber aydınlandık. Hala umudumuz var.

Derin yalnızlıklarla karşılaştım. Kara korkularla... Altımdan kayan topraklarla... Onlarla mücadele etmeyi kestiğim ve teslim olduğum gün meltemler esmeye başladı, bir de baktım, her şey olduğu gibi güzel, bize öncelikle herşeyi ve herkesi olduğu gibi kabullenmek düşüyor ve nefes alabilmek en büyük mucize.

Ailemle yaşamayı bırakıp tek başıma bir eve çıktım ve kendime bakmayı öğrendim.

Çok büyük bir trafik kazası atlattık annemle. Karşı şeritten gelen araba üzerimize uçtu. Dizim patladı, kafam yarıldı, kaburgalarım incindi. Günlerce hastanede kaldım. 72 saat boyunca ağrı kesici veremediler beyin kanamasından korktukları için. O üç gün, sürekli olarak araftaydım. İlerleyen aylarda arabaya binemedim. Hala araba kullanamıyorum. Hala ani bir fren sesi duyduğumda ellerim titriyor. Ama artık ön koltukta oturabiliyorum.

Şarkı yazmaya başladım. Kendimle başka türlü bir bağ kurmayı öğretti bu süreç bana.

Yarışmalara katıldım! Televizyonda rezil olmayı göze alarak ve garip şekilde büyük para ödülüyle ayrıldım. O sayede ev aldım.

Pilatese başladım! Yoga yapmayı deneyimledim! Bedenimle kurduğum bağ sağlamlaştı. Esnemeyi öğrendikçe, başka şeylerde de bundan faydalanabileceğimi gördüm.

İnanılmaz güzel kitaplar okudum, inanılmaz güzel filmler seyrettim, beni ağlatacak derecede kalbime dokunan müzikler dinledim, konserlere gittim, yaratıcılığın ne olduğunu hatırlatan resimler ve fotoğraflarla dolu sergiler, müzeler gezdim. O tapınaklarda, camilerde, kiliselerde, insanların kendilerinden üstün olan o gücü arayışını temsil eden ve sırf bu yüzden kutsal olan mekanlarda gözlerim dolu dolu dua ettim.

Kendi grubumu kurdum ve sevdiğim şarkıları söyledim. Çok şükür açık kalpler eşliğinde, hep birlikte.

Tek başıma seyahatlere çıktım, hiç tanımadığım şehirlerde kayboldum, hiç bilmediğim yemekleri denedim, ve dürüst olmak gerekirse zehirleri de. Çıplak çıplak denizlerde yüzdüm. Buz gibi şelalelere atladım. Benim canım istedikçe alıp başımı gitmem artık herkes için sıradanlaştı.

Sabrı öğrendim.

Kendimi sürekli temizlemeyi.

İnsanları, doğayı, her türlü havayı, belki artık olmayan yıldızları, hayvanları ve bütün renkleri sevmeyi öğrendim.

Yolculuğun başladığın ve bitirdiğin yerle alakası olmaksızın kendi içindeki süreci...

Ve şimdi artık 20'ler bitiyor. Yepyeni bir dönem başlıyor, sadece rakamsal olarak değil, içsel olarak da.

Minnetle eğilerek uğurluyorum 20leri. Kollarım açık bekliyorum 30ları.

Bakalım daha neler var payıma düşecek? Yaşayarak göreceğim.

Yolculuğuma eşlik etmiş, beni karanlığa ya da aydınlığa sürüklemiş her bir bireye ve deneyime teşekkür ederek bitiriyorum bu yaz(ş)ımı.

İyi ki varsınız be! :)

ZD

Annem

"Hoşgeldin kızım,

Yuvamıza, hayatımıza hoşgeldin... 
Tanrı'ya şükürler olsun. 
Seni, kucağımdaki hayalini, hayal ederken beklemeyi çok sevdim.

Adaletli ol!
İyi insan ol!
Ve iyilerin de en az kötüler kadar cesur olması gerektiğini asla unutma.

Yanı başında bir 'koruyucun' olacak hep
Senin anne dediğin...

Sağlık ve mutluluğuna duacıyım."

Diye karşılamış doğduğum zaman annem beni.
Kendi el yazısıyla yazdığı bu mektup hala durur.

Elbet herkes için annesi özeldir. "Anne" yazarken, "anne" derken bile içim titrer. Bugün, eğer içimde bu kadar sevgi varsa, annem sayesindedir.  (Baba, sakın alınma, senin bana aşık olduğunu biliyorum, ama bu ana-kız sevgisi bir başka) Beni öyle güzel bekledi, öyle güzel sevdi ki... Anne sevgisinin, anne duasının, 'koruyucu'nun varlığını bana iliklerimde, ruhumun her bir köşesinde öyle hissettirdi ki...

Taşınırken, annemin eski günlüğünü bulmuştum. İçindeki bir sayfanın tepesine bana çok benzeyen bir kız çocuğu resmi yapıştırıp, altına "umarım benim de böyle bir kızım olur birgün" yazmış. Zannedersem sene 1974 falan... Yani benim gelmeme daha çok var. Beni öyle istemiş, öyle beklemiş. Geldim tabii, kaçırır mıyım bu kadını!

Ama dünyaya gelirken büyük gol atmışım. Son dakikada korkup "yok ya gelmicem ben, en iyisi kendimi öldüreyim, anneyi de zehirleyeyim, yook gelmicem" diyerek "bebeğin intiharı" dedikleri 600 vakada 1 olan bir komplikasyon sonucu, acil sezeryanla, gögsünün altından kasıklarına kadar dik keserek çıkarmışlar beni. Annemin göbeğinde, o güzelim göbeğinde, dik ve derin kocaman bir kesik vardır, sırf benim doğarkenki inadımdan. O yarayı bile sever.

E böyle doğmuşum, kolay bir bebek olmamı beklemiyordunuz herhalde? Çok zor bir bebek ve zor bir çocuktum. Yemek yemem, uyumam, kendi kafama göre yaşarım. Bir anne için çok zor. Bana yemek yedirmek için evin hemen karşısındaki kuafördekilerle anlaşmış, onlar "agu cugu" yaparken pencereden, bana "hooop nerde uçak?" diye binbir çaba göstererek yemekler yedirmiş.

Sütünü de içmemişim. 4 ay içtikten sonra, bir gün dilimi dışarı çıkararak bırakmışım ve bir daha da içmemişim. Ne yaptılarsa içirememişler. Kadıncağızın süt bezeleri öylece kalakalmış koltukaltlarında. Hep dikkafalıydım zaten.

Küçükken elimde mikrofon, saçımı ona yaptırırdım. Babam evden çıkınca bana oje sürerdi, "sahnede" kendimi iyi hissedeyim diye. İlk ve en büyük hayranımdı. Babam işten gelmeden ojeleri çıkartırdı, "yarın başka renk süreriz" diyerek. Küpe takmam, kulaklarımı deldirmem yasaktı, bana renkli renkli, değişik şekillerde bir sürü yapışkan küpeler aldı, onları seçerdik her gün.

Büyüdüm, büyüdüm, büyüdüm. Şarkıcı olmak istemem kimse tarafından hoş görülmezken, annem "her gün yataktan kalkıp işe gidecek olan sensin, sevdiğin iş neyse onu yapmalısın, çöpçü olmak istersen bile ben arkandayım, ne istersen, çünkü en iyisini sen bilirsin" derdi.

Özellikle büyürken babamla çok sert bir ilişkimiz oldu. Yasaklar bana göre değil, hepsini deldim. Annem hep dengeyi kurdu.

O yemekleri... Ah o yemekleri...

Titizliği... Düzeni...

Herkesi kendinden önce düşünmesi, iyi olsunlar diye kendini parçalaması...

Ortaokuldayken, arkadaşlarım, hoşlandıkları çocukları, hayalkırıklıklarını, hayallerini annemle paylaşmaya gelirlerdi. Telefon çalardı, kız arkadaşlarım arar;

- Alo?
-Zeynep naber canım?
- Aaa iyi tatlım senden naber?
- İyi canım, anneni telefona bir versene, birşey danışacağım. Yarın okulda görüşürüz senle.
- ??!

Yani sadece benim annem olmadı.
Ben İtalya'ya gittiğimde bile arkadaşlarım onunla sohbet etmeye bize gelirdi.

Hayatının en verimli zamanlarını bana harcadı. Hem de bir gün bile söylenmeden.

Saygısızlık yaptım, affetti. Bağırdım, sineye çekti. Gitti bir köşede ağladı tek başına, kimseye bir şey demedi.

Canımı yaktılar, sanki derisini yakmışlar gibi onun da canı acıdı.

Benim annem,

Benim güzeller güzeli annem,

Sana nasıl teşekkür edilir?

Beni böyle güzel sevdiğin için, her zaman yanımda olduğun için ne kadar minnettar olduğum nasıl gösterilir?

Senin sevgini en güzel şekilde içimde taşıyıp, her zaman iyi, adaletli ve cesur olmaya, sağlıklı ve mutlu bir birey olmaya çalışacağım.

Seni seviyorum.
İyi ki varsın! 

Doğum günün kutlu olsun, nicelerine!


ZD