29 Ekim 2012 Pazartesi

Tsunami


Her birimizin zamanında derin bağlantıda olduğu ama sonradan o bağların o ya da bu şekilde yıprandığı ve sonunda kaçınılmaz olarak sonlanan ilişkileri olmuştur. Sebepleri ve sonuçları farklılık göstermiş olsa da her birimiz değişik ilişki sınavlarından geçeriz. "İlişki"den kastım, ilişik olmak; bir dost, bir aile bireyi, bir sevgili, bir yabancıyla bir aidiyet bağı kurmak... Sular yükselir ve durulur, Evren'in kanunu budur. Tsunamiler bile olur. Şiddetli dalgalanmalar, yıkımlar, yerle bir olan onca değerli an, özenle katlanmış binlerce anı dağılır.

Peki sonra ne olur? Sular çekildikten sonra kırılıp dökülen, yıkılan, parçalanan onca şey nereye gider? Hep bizimle kalmaya devam etmezler mi? Yerine yeni şeyler inşa etmek için ne kadar güçlü olmamız gerekir? Eğer bunu yaparsak, bir şekilde devam edebilisek bile, aklımız, yüreğimiz hep o eskiye demirli kalmaz mı? Zamanında, değer verdiğimiz o insanın hayatını alt üst ettiğimiz için kendimizle bağımız da yıpranmaz mı? Ellimizden geleni yaptığımızı nasıl biliriz? Kendimizi nasıl affederiz? Bizi geri dönüşü olmayan bir dönüşümle sınayan O'nu nasıl affederiz? 

Aynı frekansta yolculuk etmekten büyük mutluluk duyduğum biriyle oturduk, bunlara cevap aradık dün. Bazı bağlar çok güçlüdür, zaman ve mekanın ötesine geçerler, nereye gitsek, ne yapsak da bizimle kalırlar. Ama derin bir nefes alıp, kolları sıvayıp, önce kendi içimizde dağılan şeyleri toplayıp, sonuç her ne olursa olsun hep teşekkür ve minnetle anarak yaşamaya devam etmemiz gerek. İnsan geçmişle fazla bağlantıda kaldığı zaman, bugünün armağanlarını göremeyebilir; oysa aynı suda iki kez yıkanmaz, değişime ayak uydurmazsak ve akıntıyla boğuşmadan akmayı öğrenemezsek boğulmamız kaçınılmaz hale gelir.

Unutmak zorunda değiliz, çünkü benim düne saygım sonsuz. Bizi şu an kim isek o insan haline getiren, o hamuru yoğuran geçmişimiz ve orayı şekillendiren değer verdiklerimiz... Ve bir zamanlar tek bir sarılmayla aniden ev sıcaklığını yaratan, kalabalık ve karmaşık dünyamızı çekilir hale getiren o insanı bünyemizden kazıyıp atmanın zorluğunu da şahsen biliyorum. Ama güneş her gün bıkmadan usanmadan penceremize tıklıyor. Karanlığı benimsemenin faydası ne?

Bana "sen nasıl yapıyorsun?" diye sorduğunda anımsadım, renkli balonlara koyuyorum ben değer verdiklerimi, canımı ne kadar acıtmış olurlarsa olsunlar, onları penceremden Evren'e yolluyorum o rengarenk şeffaf balonların içinde. "Artık sana emanetler" diyorum, "sen adilsin, sen Yüce'sin, sen benim enginliğimsin, ben artık sana bırakıyorum" ve o güzel insanlar, benim dünyamı şekillendirmiş o değerli varlıklar, gökyüzüne uçup, Evren'e karışıyorlar. Hep minnetle, hep sevgiyle, hep teşekkür ederek vedalaşıyorum, başka boyutlarda tekrar karşılaşmak dileğiyle.

Ben kendimi de böyle affediyorum. Ve serbest bıraktıkça, Evren başka hediyeler, onlarla beraber başka sınavlar veriyor. 

Başımın üzerinde yeriniz... Geçmiş, şimdi ve geleceğinizle. Bağlantıdayız ve aidiyetimiz sabit, ama bir o kadar da özgür ve bağımsızız. Her birinizle karşılaşmış olmaktan, hayatınıza değmiş olmaktan, hayatıma dokunmuş olmanızdan mutluyum. Yarattığım ve yarattığınız yıkımın kaçınılmaz olduğunun bilinciyle kucaklıyorum kendimi ve her birinizi.

Hayatımızın ortasına yerleştirdiğimiz en büyük değerin daima Sevgi olması dileğiyle...

Peace.

ZD

Kabullenmek


Geçenlerde dünya tatlısı bir kadınla tanıştım. Hiç planlanmamış biçimde karşılaşıp aniden derin bir sohbete başladığım bu bilge kadın, bana hayatında önemli bir kavramı içselleştirdiğini anlattı. Bahsettiği şey "kabullenmek"ti. Dedi ki, "herhangi bir olayla karşılaştığın zaman veya hayatına şu an hakim olan durum neyse onu kabullenmelisin, tarafsız, yargısız, olduğu gibi." Dedim ki, "ama nasıl olur, kafamın içinde bir sürü ses var, bana nasıl hissetmem, nasıl davranmam gerektiğini söyleyen..." Mavi, derin gözleri parladı, yavaşça "onları sustur" dedi.

Beyin çok garip; uzun bir süredir nasıl çalıştığını, bilgileri nasıl depoladığını, uykunun çeşitli evrelerindeki düzenini, anıları nasıl sakladığını, kadın ve erkek beyninin çalışma prensiplerini, kültürün, dinin, iyi/kötü düşünmenin ne gibi etkileri olduğunu, çekim yasasının biçimlerini araştırıyorum. Bir doktor gibi değil tabii, amatörce ama bolca akademik bilgilere ulaşarak. Anatomiye her zaman ilgim vardı ama bu kısım benim bir şekilde ilgi alanım oldu. Alışkanlıkların mesela, 21 günde bize ait olmaları durumu mevcut. Ve beyin, bazı paternleri kodlayıp, belirli bir şekilde çalıştırılmaya açık. Bazı kalıpları değiştirmek için yoğunlaşmak şart ama tabii ki mümkün. Bana bu söylediklerini baz alarak bir süre böyle düşünmeye odaklandım.

Söyledikleri ve söyleme şeklindeki uysallık beni sakinleştirdi. Bütün içselleştirdikleriniz yanınıza kar kalır. Okumak, yazmak, paylaşmak güzel tabii ama içselleştirmezseniz kalıcı olmazlar, bütün bu enformasyon kirliliğinde erirler ve neticede yok olurlar. Size ait olmazlar. Sizinle büyüyüp şekil değiştirmezler, eskiyecek ve dolayısıyla yenilenecek vakitleri olmaz. Oysa kendinizi olabildiğince esnek ve özgür bırakıp bir düşünceyi, bir felsefeyi, bir bakış açısını üzerinize yapışmadan deneyimleyebilirseniz, o deneyim renklerinizi değiştirecek, pencerelerinizi genişletecek ve neticede burada olmamızın en büyük nedenlerinden biri olan korkusuz deneyime kendinizi açmaya fırsat verecektir- ki bu da sonucu ne olursa olsun sabitleşmekten daha iyi olabilir. 

O günden beri, başıma gelen herhangi birşeye kızmadan, üzülmeden, isyan etmeden, herhangi bir tepki vermeden önce olayı tüm boyutlarıyla anlamaya çalışıyorum. Bunun için gerçekten çaba gösteriyorum, kafamı çalıştırıyorum, bana öğretilenlerin ötesine geçmeye ve kalıpsız bir biçimde algılamaya çalışıyorum. Kabullenmeye giden yolda minik adımlar atıyorum.

Ben meleklere inanırım. Bence çoğu aramızda ve bize bilgelik aşılamak için doğru zamanı bekliyorlar. Gönül gözünüz açıksa, onları görebilir, onlarla iletişime geçebilir, ihtiyacınız olan neyse ona dokunabilirsiniz. Gerisi tabii ki sizin bu konuda ne yaptığınıza bağlı.

Sevgili Melis'e, o meleklerden biri olduğu için kalbimin en derininden teşekkür ederim. Yolun açık, bilgeliğin bol olsun ve o boncuk gözlerinden coşku eksik olmasın.

İçsel yolculuğumda bana eşlik eden, elimi tutan ve beni aydınlatan herkese sonsuz minnet ve sevgiyle... 

ZD

Geçmiş / Şimdi / Gelecek


Geçen zamanın her birimizin üzerinde bıraktığı çeşitli etkiler var. Geçmiş, gelecek ve şimdinin aslında içiçe geçmiş olduğu bir düzlem söz konusuysa eğer, Evren'deki her şey gibi bizim kendi zaman çizgimizin bütünlüğünü kabullenmemiz şart. Aslına bakarsanız, bu üç olguyu ayırmak istesek de, birbirinden çok fazla koparmamız mümkün değil, birbirini sürekli etkileyen, değiştiren, şekillendiren geçmiş, şimdi ve gelecek aynı yerden doğuyor.
Bundandır ki, geleceğimize baktığımızda geçmişimizden izler görmememiz mümkün olamıyor. Hayatımıza aldığımız her yeni insan, onları nereye koymayı seçersek seçelim, geçmişten besleniyor. Geçmişteki korkulardan, yaralardan, güven ya da güvensizliklerden, sevgi ya da nefretten... Bunun farkında olmazsak geleceğimizin geçmişimizden farklılaşması imkansızlaşıyor ve bencilce hayatımıza kattığımız değerliler, değersizleşiyor.
Kendi yolculuğumuzda incinmememiz, kırılmamamız, ağlamamamız, haykırmamamız bahis konusu dahi olamaz. Hepimizin farklı şekillerde ve derinlikte renklerimizi zaman zaman kaybettiğimiz doğru. Bunun suçunu kendinize, başka insanlara, hayata, varoluşa, kadere atabilirsiniz. İsyan edebilir, karanlık tarafa geçebilir, nefretten güç alabilir, intikamdan medet umabilir, öfkelenebilirsiniz.  Bunun doğru ya da yanlış olduğunu söyleyenler olacaktır, çünkü herkesin kendi deneyimleri sonucunda ulaştığı bazı noktalar olur. Yeri gelir, en yakın arkadaşınız, abiniz/ablanız olarak gördüğünüz biri, rol modeliniz size gelip geçmişinde olan korkunç olayları anlatıp "işte insanlara güvenirsen böyle olur, benden sana tavsiye, insanlardan, Aşk'tan, risklerden uzaklaş" diyebilir. Ve siz, bunca zaman içinizde beslediğiniz ve büyüttüğünüz korkunun sizi aniden tamamen domine etmesiyle bu tür insanlara inanabilir, daha da çok korkabilir ve kendinizi güvene almak bahanesiyle tamamen kapanabilirsiniz.
Peki sonra ne olur? Önce size gerçekten değer veren, hayatınızı tamamen değiştirebilecek, sizi içinde bulunduğunuz siyahlıktan çıkarıp beyaza kavuşturmaya çalışan insanları kendinizden uzaklaştırırsınız. Onların elini bırakır, uçurumun kenarından itekler, düşmelerine ve ciddi şekilde yaralanmalarına neden olursunuz. Bunun farkına varırsanız, vicdan azabı sizin yanıbaşınızdan ayrılmaz, ama o oluş biçimiyle muhtemelen farketmeyeceksinizdir. Sonra kendinizi meşgul etmeye çalışırsınız, olabildiğince çok... Çünkü yalnız kaldığınız her saniye kafanızın içindeki sesler yükselecek ve kalbiniz ağrımaya başlayacaktır, dayanmak için oyalanır gibi yapmak durumunda kalacaksınızdır. Kendinizi yüzeysel işler, geçici kazançlar, özde hiçbir değeri olmayan şeylerle uğraşır bulacaksınızdır ve birgün, korku içinde yaşamaktan sıkılıp tekrar risk almak isteyeceksinizdir. Ama içinizdeki karanlık o kadar yayılmış olacaktır ki, gün ışığı görünce gözlerinizi kısacak ve bünyenizin bunu neden kabul edemediğini idrak etmekte zorlanacaksınızdır. Asıl savaş o zaman başlar.
Peki sizin korkudan, geçmişteki yaralarınızdan kurtulmadan, bunlarla yüzleşip onları kabullenip, iyileştirmeyi başaramadan hayatınıza aldığınız insanlara ne olur? Bunun sorumluluğunu alabilir misiniz? Bir domino etkisiyle dağıttığınız yaşamların hesabını nereye verirsiniz? Kendinizi nasıl affeder ve affettirsiniz? O insanlardan aldığınız o ah'lar size nasıl döner? Hiç düşündünüz mü?
Elbet yaralısınız, elbet yaralanacaksınız. Kendinizi tamir etmeden, kalbini size açmaya hazır olanları ve Sevgi'yi alıp, yaralarınızın üzerine sürüp, sonra o yaraların kapanmadığını farkettiğinizde onları kapı dışarı ettiğinizde Evren'e yayacağınız kötülüğün hiçbir şeyle kıyaslanamayacağını bilin. Yok ettiğiniz şey masumiyettir ve geri dönüşü yoktur.
Ders alacağız, büyüyeceğiz, korkularımızın farkında olacak, onları da seveceğiz, evcilleştireceğiz. Açılan yaralarımızı da deneyimimizin bir parçası olarak görüp, onlara göz kırpmadan, onlarla barışmadan kimseye söz vermeyeceğiz, kimseyi umutlandırmayacağız. Yaşadığımız iyi/kötü herşeyi, iyi/kötü olarak değerlendirmeden, şükranla nefes alacağız. İşte öğrenmemiz gereken budur.
Yaralarınızın geleceğinizde yaşanacak güzellikleri gölgelemeyeceğinden emin olun. Kirlenmenize sebep verecek olayları ve insanları affedin, daha fazla kirlenmeyin.Günün sonunda nezaket, şükran ve Sevgi herşeydir. Burayı bırakırken yanınıza alacağınız tüm duygulardan en baskınının bu üçü olması dileğiyle...
ZD

Hepimiz


Hepimizin içinde irili ufaklı yaralar, korkular, endişeler var. "Zaman herşeyin ilacıdır" derler, zamanın geçmesinin bizi pozitif biçimde etkilediğini, hatalarımızdan ders alarak ilerlediğimizi düşünenler. Oysa zaman çok görecelidir, kimisi için birkaç ay yeterliyken bazıları yıllarını, bazıları da ömürlerini birşeyleri anlamak ve sindirmek için kullanırlar. Bence burada önemli olan anlamamızın yeterli olmadığını kabullenmek; çünkü anlamayı içselleştirmeye dönüştürmek başka bir süreç... Kaldı ki kendimizi güvende hissetmek için farkında olmadan kurduğumuz bariyerleri tüm şeffaflığıyla kabullenmek, içinde bulunduğumuz ve bize herşeyi aynı anda sunan yüzyılın getirdiği boşluktan dolayı zaten oldukça zor.
Hepimizin ortak noktası mutluluk, huzur, refah ve sağlık istiyor olmamız. Aslında yaptığımız bütün herşeyin ardında sahip olamadığımız hangisiyse onu arayışımız gizli. Farkında olalım ya da olmayalım bir boşluk doldurmaca hayatımız. Bazen bazı insanları hayatımıza sevinçle ve coşkuyla buyur etmemiz de bundan kaynaklanıyor. Hep birine, birşeylere ihtiyaç var gibi... Kendimiz kendimize yetmediğimizden mi, kendi kıymetimizi bilmediğimizden mi, yoksa paylaşmanın tadını bir kere aldığımızdan ve hep onu aradığımızdan mı bilmiyorum... Yalnızlık seçilen bir durum olduğunda dahi, bunun acı vermediğini söylemek herşeyden önce kendimizi kandırmak olur; yaradılışımız nedeniyle paylaşmaya, anlamaya ve anlaşılmaya ihtiyacımız var. O buyur ettiğimiz insanlar bir nedenden bir şekilde ortadan kaybolunca hissettiğimiz o koca kara delik de aynı sebepten belli ediyor kendini.
Hepimizin bir hayat yolculuğu var, hiç tahmin edemediğimiz sınavlar var içinde. Hayatınızda döngüsel olarak durmadan karşınıza çıkan durumları hatırlayın. "Bir sınav, sen onu geçene kadar tekrarlanmaya devam eder" derler, bunu kendi hayatınızı düşünüp doğruluğunu onaylarak anlamanız mümkün. O yüzden isyan etmek anlamsız, bir sonraki merdivene adım atmak için diğerini kaymadan tamamlamamız lazım. Belki de yaşam bunun için, beden bunun için, bu planet bunun için: sorgulamadan deneyimlemek, mümkün olduğunca kalıpsız. Çok zor, kabul; ama imkansız değil.
Hepimizin kendine özgü sınavları ve yolları olduğunu düşünüp, karşımızdaki insanlara çok yüklenmememiz lazım. Dışardan hayatları ne kadar kolay gözükürse gözüksün kimin hangi patikada kaybolduğunu bilmemize imkan yok. Kendimize de bu arada olabildiğince tolerans ve şefkat gösterebilirsek, süreci en az acıyla atlatabiliriz. Acı büyümek için gerekli diye kendimizi parçalara ayırmamızın manası yok, sonra o parçaları tekrar yerine koymak da başka bir ağrılı süreç.
Hepimizin direnmeden yolumuz neyse ona sevgiyle teslim olma zamanı... Hepimize kolay gelsin.
ZD