17 Haziran 2007 Pazar

lanet mi hediye mi?

Bazen, anlamsız noktalara odaklanır insan.. O kadar odaklanır ki, çevresindeki diğer önemli olan şeyler buğulanır; gözleri bozulur insanın, inatçı olanı direnir, en sonunda kör olur.. Kördür belki de zaten, bu deli deli atan kalp beş duyu organına zararını vermiştir hep.. Gözleri görmediği için daha çok hisseder, daha çok koku alır kişi.

Kapanır sonra bu kalbin kapıları, ardına kadar açılması yanlıştır belki de. Ağırdır bu kapılar,sürüklemek zorundasınızdır, ittirmek, ittirmek bağıra çağıra. Bir gürültü kopar, toz kalkar o uzun,ağır, büyük kapıların kapanmasının ardından. Kahramanlık taslamadan, yapması gerekeni yapar o deli kalp..

Aşk, zamanı gelince geri çekilmektir sorgusuz sualsiz; kendi içinde yaşamaktır o fırtınaları. O yüzden kapanması gerekir; ne olacaksa içerde olabilsin ve kimse görmesin diye yağan yağmurları,akan gözyaşlarını..

Anlamsızdır aşk; zamansızdır-her zaman karadır gözü.

Konuşkandır aşk; iletişim kuramadığında susar, küser bir çocuk gibi; alınır, yıkar kumdan kalelerini, haber vermeden gider. Gelen var mı diye dönüp dönüp bakar gözucuyla, ama yürümeye devam eder, baktı ki kimsecikler yok, koşar, nereye olursa, bakmaz önüne, koşar bir yerde ayağı takılıp düşene kadar. Düşünce canı yanar, ağlamaya başlar çığlık çığlığa, artık düştüğüne mi, kimsenin gelmediğine mi bilmez o kadarını.

Bulanıklaştırır varolan berraklığı kalbe düştüğü an.

Bir daha asla, hiçbirşey, aynı olmayacaktır bu noktada.

Yaralar kabuk bağlayacak, yaşamaya devam edilecek, yeniden şarkılar adanacaktır şanslı iseniz. Değilseniz, bu aşk bir lanet gibi yapışacaktır yakanıza, siz o lanetten habersiz, o kapanan kapıları açmak için uğraşıp duracaksınızdır bir ömür boyu..

Değişim

Kendi yoksulluğumuzda uyuşmuş,uykuya dalmışız..Dünyanın güzelliklerinden,saflıktan,temiz duygulardan,perilerden,meleklerden uzaklaşmız,onlara inanmaz olmuşuz..Herşey dış güzellik olmuş,estetik,biçim,şekil, “sanat için sanat” bilinci içerisinde,söylenilenlerden habersiz bir edebi olma çabası almış herkesi..Başkalarına yapabildiklerini gösterebilmek için..kendilerine birşey kanıtlama çabası olmaksızın toplumda iyi görünmek,arkasından iyi konuşulmak için..

Değişmeli dünya..
Siz ve sevgiyle.
İnançla..
Bugün.
Şu an.
Şu saniye.

Bütün tabuları teker teker yıkma zamanı..
Bütün kuralları yeniden yazma;
Hepsini birer birer değiştirip,yerine daha iyilerini,daha anlamlılarını,daha ruhanilerini,daha ilahilerini,daha büyülülerini koyma;
Evrene,doğaya,Tanrı’ya,Allah’a,SEVGİ’ye birşeyleri içeriden bırakabilip,kurallandırmadan yaşama;
Güç’e sığınıp bağışlama,ne kadar iyi bir insan olduğunu gösterme amaçlı değil,yaptığı iyiliği sevip,onu serbest kılma;
Yüreğinin taaaa derinlerinden sevme zamanı..Kısıtlamadan,kanat hediye ederek karşındakine,eğer uçmaya hazır değilse kanatları olarak bizzat,yani her zaman özgür bırakarak kendi yaşamını çizmesi,ne istediğini anlayabilmesi için..İstediğinin biz olmadığını anladığımızda kabullenip,geri çekilme zamanı.
Saygı duyma zamanı.
Ama en önemlisi;
Tüm yüreğinle inanma zamanı.
Bu dünyanın değişebileceğine,insanların pozitif yönde ilerleyebileceklerine,yol gösterilmesi gerekenlerin yolunun gösterileceğine;bütün bunları meleklere yüklerken hepimizin istersek melek,istersek şeytanın bizzat kendisi olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var.
Tüm kötülüklerin kaynağı biziz.
Tıpkı bütün iyiliklerin kaynağı olduğumuz gibi.
Ve eğer hepsini biz yaratmışsak,yeniden yaratabiliriz.
Değiştirebiliriz.
İstemediğimiz ne varsa,kabullenip,benimseyip,renklendirebiliriz.
Kaçmadan..
Kumların altına gömmeden..
Yüzleşerek..
Ve o aynaya baktığımızda ne görürsek görelim,severek..

İyiye doğru ilerleyen bütün değişimler sevgiyle başlar.
Kafada değil,yürekte biter herşey..
Başladığı yerde.
Ertelemeyin o halde..
Ne kendinizi,ne sevginizi,ne öfkenizi,ne kırgınlıklarınızı..
Açın kollarınızı dünyaya..
Onu kucaklayın;kucaklayın ki,o da sarıp sarmalasın sizi aşkla.
Bedeniniz inanmakta zorluk çekecek ruhunuzun beslenme şekline..
Ne kadar aç olduğunuzu göreceksiniz o an..
Doymak için kaşık kaşık sevgi atacaksınız ağzınıza..
Boğazınız yana yana midenize yerleşecek o tohumlar...
İçinizde büyüyecek..
Hazmedeceksiniz bütün kötüleri ve kötülükleri..
Ve..
Sevgi en saf ve temiz haliyle çıkacak sonra sizden..
Başkalarına aktarmak için..

İçinizdeki tohumları serpme zamanı artık..
Taşıyıcısınız siz..
Ve yarattığınız enerji tüm dünyayı saracak kadar güçlü.

Hayat ne kadar güzel aslında;gözleriniz kısık kısık kahkaha atarken,aslında görmeye ihtiyacınız olmadığını anlayacaksınız hissetmek için..

Ve işte böyle değişecek dünya.
Siz ve sevgiyle.
İnançla.
Bugün.
Şu an.
Şu saniye.

Gülümseyin..
Melekler belirecek o an yanınızda..
Kanat seslerini duyacaksınız..

O an anlayacaksınız ki değişim çoktan başladı...

1 Haziran 2007 Cuma

insan tuhaf ne hoyrat, ne şaheser ve nasıl ilkel, hayret...

Herkes birilerine zarar veriyor... Şu ya da bu şekilde, birilerini incitiyoruz. Ne kadar iyi insan olmaya adasak da kendimizi, kalp kırıyoruz. Ne kadar mükemmel olmaya çalışsak da değiliz aslında, insan olmanın parçası olan kusurluluğun farkında değiliz ya da unutup duruyoruz. İşte asıl sorun da bu sanırım, biz unutuyoruz.

Beynimiz, kalbimizdeki yaraları unutmaya çalışmaktan önemli noktaları kaçırıp duruyor. Ne kadar mazoşistseniz o kadar hatırlıyorsunuz geçmişin acı veren gerçeklerini. Onun haricinde, beyin kendini korumaya alıyor ve ne var ne yok silip süpürüyor. Geriye kalanlar çok da önemli şeyler olmuyor. Günlük faturalar, aranacak insanlar, yapılacak işler, televizyondaki dizilerin saati belki.. Daha ötesi yok çünkü derine inmak insanın canını acıtıyor, hatırlamak eski yaraların üstünü kaşıyıp onları kanatmak gibi, tırnak izleri bırakıyor üstelik. Mükemmel olmaya çalışmaktan bıkıp usanana kadar unutuyor insan.

Bu da insan doğasının parçası mı, acaba öyle olmasa delirir mi insan? Delirmek ne ki zaten, siz hiç umursamaz deli gördünüz mü? Düşüncesiz deli? Aptal deli? Yok ben görmedim... En aptalı bile bir sürü insandan daha sorgulayıcı, daha akıllıdır. Delilik saygı duyulası birşey. O kadar dışlanılmayı da asla haketmiyor..

Nasıl bir terazi acaba bu? Yani kişinin yaptıklarını, yapmadıklarını, iyiliklerini, kalbini kazandıklarını, affettiklerini, affedilmesi gereken kişi olmasını, hayat dağıtan, enerji veren ya da tamamen alan şeyler yapıyor olmasının dengesi nedir? Nerde gizlidir?

Mitolojik kahramanlar haricinde gerçek dünyada kim ya da ne ölçüyor bütün bunları? Tanrı’nın melekleri, olmadı kendisi mi? Bizim enerjimiz mi? Salgıladığımız duygular mı?

Peki, ne kadar zaman diliminde yargılanıyoruz? Kırdıklarımızı düzeltme şansımız var mı? Kırdığımız kadar mı kırılıyoruz toplamda? Kırıldıkça kırmaya devam mı ediyoruz? Kısır bir döngü mü bu? Bu kadar sorunun bir cevabı var mı?

Kendi bildiğimiz doğruların gölgesinde yürüyoruz.... Bizi biz yapan insanlara “zamanı gelince” sırtımızı dönüyoruz ya da çok alıştığımız için onlardan kopmamayı seçiyoruz. Hangisi daha büyük kötülük karar veremedim... Maskeleri çıkarmak mı daha zor yoksa onlarla yaşamayı öğrenmek mi?

Ne dersiniz?