1 Haziran 2007 Cuma

insan tuhaf ne hoyrat, ne şaheser ve nasıl ilkel, hayret...

Herkes birilerine zarar veriyor... Şu ya da bu şekilde, birilerini incitiyoruz. Ne kadar iyi insan olmaya adasak da kendimizi, kalp kırıyoruz. Ne kadar mükemmel olmaya çalışsak da değiliz aslında, insan olmanın parçası olan kusurluluğun farkında değiliz ya da unutup duruyoruz. İşte asıl sorun da bu sanırım, biz unutuyoruz.

Beynimiz, kalbimizdeki yaraları unutmaya çalışmaktan önemli noktaları kaçırıp duruyor. Ne kadar mazoşistseniz o kadar hatırlıyorsunuz geçmişin acı veren gerçeklerini. Onun haricinde, beyin kendini korumaya alıyor ve ne var ne yok silip süpürüyor. Geriye kalanlar çok da önemli şeyler olmuyor. Günlük faturalar, aranacak insanlar, yapılacak işler, televizyondaki dizilerin saati belki.. Daha ötesi yok çünkü derine inmak insanın canını acıtıyor, hatırlamak eski yaraların üstünü kaşıyıp onları kanatmak gibi, tırnak izleri bırakıyor üstelik. Mükemmel olmaya çalışmaktan bıkıp usanana kadar unutuyor insan.

Bu da insan doğasının parçası mı, acaba öyle olmasa delirir mi insan? Delirmek ne ki zaten, siz hiç umursamaz deli gördünüz mü? Düşüncesiz deli? Aptal deli? Yok ben görmedim... En aptalı bile bir sürü insandan daha sorgulayıcı, daha akıllıdır. Delilik saygı duyulası birşey. O kadar dışlanılmayı da asla haketmiyor..

Nasıl bir terazi acaba bu? Yani kişinin yaptıklarını, yapmadıklarını, iyiliklerini, kalbini kazandıklarını, affettiklerini, affedilmesi gereken kişi olmasını, hayat dağıtan, enerji veren ya da tamamen alan şeyler yapıyor olmasının dengesi nedir? Nerde gizlidir?

Mitolojik kahramanlar haricinde gerçek dünyada kim ya da ne ölçüyor bütün bunları? Tanrı’nın melekleri, olmadı kendisi mi? Bizim enerjimiz mi? Salgıladığımız duygular mı?

Peki, ne kadar zaman diliminde yargılanıyoruz? Kırdıklarımızı düzeltme şansımız var mı? Kırdığımız kadar mı kırılıyoruz toplamda? Kırıldıkça kırmaya devam mı ediyoruz? Kısır bir döngü mü bu? Bu kadar sorunun bir cevabı var mı?

Kendi bildiğimiz doğruların gölgesinde yürüyoruz.... Bizi biz yapan insanlara “zamanı gelince” sırtımızı dönüyoruz ya da çok alıştığımız için onlardan kopmamayı seçiyoruz. Hangisi daha büyük kötülük karar veremedim... Maskeleri çıkarmak mı daha zor yoksa onlarla yaşamayı öğrenmek mi?

Ne dersiniz?

Hiç yorum yok: