Kendimi parantez içindeki bir cümle gibi hissediyorum. Yanındaki cümle olmadan kendi başına anlam taşımayan... Ne önceki ne de sonraki cümleyi değiştiremeyen... Olmasa da anlamın kaybolmayacağı...
Kocaman bir dünya vardı dışarda ait olamadığım... Kendi dünyamı kurdum ben de, herkes gibi... O zaman da, seni kendi dünyamın tahtına yerleştirirken, kendi tacımdan olduğumu kavrayamadım. Beni kovalayan düşüncelerimin hepsinden saklanırken, senin bayrağının hakim sürdüğü topraklardaki kendi labirentlerimde kayboldum, bulamıyorum şimdi kendimi.
Ne garip oysa, renklerim değişirdi sen gelince. Yağmurlar durur, güneş gülümser, sonra gökkuşağı belirirdi aniden. Hava kararınca da bulutlar dağılır; aşk pembesi, yusyuvarlak bir ay çıkardı tepelere.
Senden adım adım uzaklaşırken birşey düşünmemeye çalışıyordum. Arkama dönüp bakamadım, sanki bir an için dursam, sana doğru koşan ruhumu da senin yanında bırakmak zorunda kalacakmışım gibi...
Kendi aramızda sapasağlam düğümlerle bağladığımız binlerce ip çözüldü yavaş yavaş... Dalgalar bizi ayrı koylara götürdü, kendi adacıklarımızda elele vermediğimiz sürece bir türlü ulaşamayacağımız kayalara tırmanmaya zorladı bizi. Birbirimizden vazgeçerken, sadece bize özgü anıları bir kenara iterken, gerçekten ne istediğimizi sorgulattı bize geceler.
Şimdi yine kocaman bir ay var karşıda... Denize yansıyor tüm gücüyle. Yakamozlar rengarek, bense gece kadar siyah. Sensiz doğacak mı güneş? Doğsa da aynı şekilde parlayacak mı?
Gözlerimi kapıyorum. Uyandığımda hayatı, her zamanki gibi, olduğu gibi kabul etmek, mucizelere şahit olmak adına. Gelir mi dersin yakında kalbime tekrar gökkuşağının renkleri?
ZD
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder