Ben "sevgi"ye inanıyorum. Birine ya da birşeye duyulan sevgi değil bahsettiğim. İçimde, damarlarımda, eş zamanlı olarak ruhumda, kendi dünyamda ve farkındalıkla dolu olan insanlarla olan iletişimimde hep hissediyorum onu. Yapılan kötülüklerin hepsinin sevgisizlikten kaynaklandığına inanıyorum. Hem kendimize, hem başkalarına yapabileceğimiz tüm kötülüklerin ana kaynağı bence bu. Çevremdeki insanları gözlemlediğimde, bundan daha da emin oluyorum. Siz de bakın... Gerçekten hayatında sevilmiş, sevgiyi yol göstericisi olarak benimsemiş, sevecek cesareti bulmuş ve sevginin kendisiyle olan bağlantısı kopmamış insanların Işığı ne kadar parlaktır... Kendini, o ya da bu nedenden ötürü sevgiye kapatmış, günlük ilişkilere, günlük alışkanlıklara, günlük hırslara boğmuş,kalpleri tıkanmış insanlara bakın bir de... Onlara kızmıyorum, onları yargılamıyorum,onları kendimden ayrı tutmuyorum, ama ayrıldığımız nokta benim sevgiye olan sonsuz inancım, onların da artık bunu hissetmiyor olması... Ve o yüzden farkında olsunlar ya da olmasınlar kendi doğalarına karşı koyuyor, çırpınıyorlar, mutsuzlar, dışarıda arıyorlar herşeyi; çünkü kendilerini kazacak, kendileriyle yüzleşecek, Dünya gibi bir gezegende bir insan bedeni ile yaşamanın kutsallığını kavrayacak cesaretleri yok. Belki hiç sevilmemişler, belki hiç gerçekten sevmemişler. Hayatla akmak, geçmişi geride bırakmak, hiçbir garanti olmaksızın akıntıya teslim olmak, yargılamadan deneyimlemek cesaret ister.
Ben "yüce iyilik"e inanıyorum. Birine ya da birşeylere karşı yapılan iyilik değil bahsettiğim. İlk çağ düşünürlerinden Plotinos "ışık güneşten,sıcaklık ateşten, sonuç aksiyondan çıkar, Evren de Mutlak'tan gelir ve Tanrı 'Yüce İyilik'tir" der. Eğer Tanrı "yüce iyilikse", bizim de özümüz Tanrı'ysa o zaman biz de özde iyiyiz demektir. Ama Karanlık taraf vardır, karanlık taraf güçlüdür, karanlık taraf egoyu besler, bizi her an dener. Ve iyilik yapmayı, iyi olma halini başımıza gelen, kalbimizi kıran, aklımızdan geçen her türlü negatiflik lekeler; eğer izin verirsek, eğer teslim olursak, eğer vazgeçersek... Ve içimizdeki iyiliğin üstünde kara bulutlar dolaşır, bir süre sonra o bulutlardan karanlık yağar içimize ve biz çoğu zaman buna boyun eğeriz. Eğmeyenlerin de Işığı her zaman parlaktır. Ve bu da bir seçimdir, içimize yerleştirdiğimiz herşey gibi. Kirlendik, daha da kirleneceğiz, ama umudumuz ve inancımız hep varsa o zaman hep temizleneceğiz. Ve temiz kalmak önemlidir, temiz kalmak da korkakların işi değildir.
Ben "irade"ye inanıyorum. Tepkisel yaşayıp ya da hiçbir çaba göstermeden nefes alıp buna kader denmesinden rahatsız oluyorum. Matrix filminde Neo'ya sorar Morpheus, "kadere inanır mısın?", o da "hayır,çünkü hayatımı kontrol edemediğim fikrini kabul edemiyorum" der. Morpheus Neo'nun seçilmiş kişi olduğundan emindir, kahine gittiklerinde kahin Neo'ya "yeteneklisin ama birşeyi bekler gibisin" der, ona seçilmiş kişi olmadığını söyler. Neo bunun o zaman farkında olmasa da seçilmiş kişi olması için, kendi iradesiyle kendi hayatından vazgeçmesi, ölmesi ve yeniden canlanması gerekir. Her zaman seçim hakkımız vardır, her zaman içimizdeki irade gücü sayesinde kendimizi yeniden canlandırabiliriz. Öte yandan bazı seçimleri önceden yaptığımız için bu zaman diliminde, bu şartlarda yaşıyor olma durumumuza da inanıyorum, kahinin de dediği gibi "sen buraya seçim yapmaya değil, yaptığın seçimi anlamaya geldin". Yine de bu, kritik yol ayrımlarında yapacağımız her türlü seçimin bizi her an yeniden şekillendirmediği anlamına gelmez. Seçmek... Her zaman seçmek...Seçmek sorumluluk almaktır ve sonra da o sorumlulukla yaşamaktır. Ve hayatın her köşesinden geçebilmek, o her köşeyi "iyi-kötü" diye ayırma cehaletini göstermeden yaşamak, sadece yaşamaktır. Bu da sadece gönül gözüyle görenlerin işidir.
Ben "özgürlüğe" inanıyorum. Birilerinden veya birşeylerden bağımsız olmak, hatta istediğin zaman istediğin yerde bulunabilmek değil bahsettiğim. Kendinden, öğrendiğini düşündüklerinden, sana anlatılan bir sürü saçmalıktan, seni kirleten her türlü şeytanilikten, başkalarının ne diyeceği düşüncesinden, oto-sansürlerinden, canını acıtan veya seni güvende kılan geçmişinden ve hatta yatırım yapıp durduğun ve ne zaman ne şekilde belireceğini bilmediğin geleceğinden kopmak benim özgürlük tanımım... Hayat akıyor, her saniye yenileniyor, adapte olmaktan çok, o anı sonuna kadar içine çekmek, seni kısıtlayan, kendi kafanda dır dır eden, bir sivirsinek misali kanını emmek için çevrende dönüp vızıldayan gereksiz bir iç sesi susturmak benim odaklandığım... Ne kadar paran olursa olsun, kariyerinin neresinde olursan ol, sözde başarıların, diplomaların, biriktirdiğin onca eşyan, hayalindeki aşkı sana sunmaya hazır olduğunu sandığın hayaletler sana istediğin mutluluğu, huzuru veremeyecek hiçbir zaman. Kısa süreli tatminlerin ötesine geçemeyeceksin, neden mutsuz olduğunu bilemeyeceksin, kendine "işte herşeyin var" diyeceksin, sonra da kendini karşına alacaksın, ve bu bir kısır döngü olacak, içinden çıkamayacak, kendi benliğini unutacaksın. Özgürleşmen gerek ve bu özgürlük onların hiçbiriyle gelmeyecek. Özgürlük, artık içinde hiçbirşey bulamadığın için dağınık odanı toplaman gibi; herşeyin berraklaşması için bütün pislikleri sürekli temizlemen gerek, odaklanmak için kalabalıkları başından savman gerek, bütün ilüzyonlarını yıkman demek. Şimdi sor kendine, ne kadar özgürsün gerçekten?
Ben "güvenmeye" inanıyorum. Diğer insanlarla kurduğun iletişimin, dostluğun, aşkın yarattığı bir güven değil bahsettiğim. Ya da birşeyleri başarabilmek adına kendine duyduğun özgüven de değil... Gözün bağlı bir şekilde nereye sürüklenirsen sürüklen, o karanıkta, o bilinmezlikte, o savunmasızlıkta bile, başına ne gelirse gelsin, bedenin ve ruhun ne kadar kanarsa kanasın iyileşeceğine, o deneyimin sende yeni pencereler açacağına, seni başka bir boyutta düşünmeye ve hissetmeye zorlayacak olaylar sırasında, sonuca odaklanmadan, sonunu bilmeden o süreçte iç huzurunu kaybetmemen ve senin için en iyisi olacağına inanmak benim güven tanımım. Ara sıra başına gelenlere isyan etsen de, evrensel boyutta bir karıncadan farksızsın, ne kadar "büyük" olursan ol, bir karınca kadar miniksin işte, kendi bedenine hapsolmadan yaşayabilmeyi, galip/yenik olmayı takmadan kendini ve yaşam denilen o eşsizliği kucaklayabilmeyi öğrenmen lazım. Bütün bilinmezliklere kendini açtığında ve hepsini aynı gülümsemeyle kabullendiğinde, sadece o zaman güvendesin işte.
ZD
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder