Ben hep çok hassas biri oldum. Çocukken de öyleydim, büyürken annem bu huyumu kucaklarken, babam böyle olmanın beni hayatta daha zor bir pozisyona sokacağına inanırdı. Ve haklıydı, çok zor dönemler oldu. Hatta bir ara hassasiyetimden ötürü o kadar zorlandım ki, katılaşmanın ve "büyümenin" gerekliliğine neredeyse inanacaktım. Ve itiraf edeyim, katı olmayı denedim de. Ama üstüme oturmadı, o elbisenin içinde rahat edemedim, kendim olamadım.
Peki hassasiyet iyileştirilmesi gereken bir şey miydi gerçekten? Kalbini yeni tanıdığın insanlara sonuna kadar açmak, her ortamda kendin olmak ve iyisiyle kötüsüyle bu kavramla yüzleşmek, olduğun biçimleri ve içindeki her kırıntıyı farketmek sonra kabullenmek şart mıydı? Bu daha fazla acıya davetiye çıkarmak değil miydi? Bu kadar acımasız bir sistemde, bu kadar kırılgan ve hassas olmak 1-0 geriden başlamanın işareti miydi? Darwin'in, "survival of the fittest" teorisine kulak tıkamak değil miydi?
Bütün bunlara herhangi net bir cevabım yoktu. Sadece şunu gözlemledim: hayatta tanıdığım herkes bir şekilde halinden tam olarak memnun değildi, kusurları onlara batıyordu, kendileriyle bir noktada savaşıyorlardı. Ama aslında hepimizin görmesi gereken şey bütün o kusurlarımızla bile mükemmel olduğumuzdu, bunu anlamamak, kabullenmemek içindi bütün o patırtı.
Bir ilişkim sonrasında çok zarar gördüm. Hani bir insanı sorgulamadan, ne olacağını düşünmeden, pervasızca sevip hayatınızın merkezine oturtursunuz ya... "Tamam" dedim, "dersimi aldım, artık bu şekilde yaşamayacağım." O ilişki yürümeyince dağıldım. Sertab'ın vokalistliğini yapıyordum, beni perişan bir halde görünce geldi yanıma, uzun uzun konuştu benimle. "Kendini sevmen şart" dedi. "Kendinle olan ilişkini tekrar gözden geçirip, her halini, huyunu, sevsen de sevmesen de önce kabullenmen gerek" dedi. İlk cevabım "ama ben kendimi seviyorum!" oldu. Önce hep inkar gelir.
Sonra kendimle vakit geçirmeye başladım, kendimi tam anlamıyla tanımaya, anlamaya çalıştım. Beni uzun zamandır tanıyan arkadaşlarıma gittim, "beni 10 sıfatla tanımlar mısınız?" dedim. Eski sevgililerimle sohbet ettim, onları nerede üzdüğümü, onlara ne şekilde yanlış yaptığımı, tepkilerimin ne biçimde olduğunu sordum. Hangi yönümü daha çok gösteriyordum, hangisini gizliyordum, neyle mücadele ediyordum bunu öğrenmek istedim. Bazı tepkilerimin, söylemlerimin ve hareketlerimin aynı şekilde tekrarladığını gördüm. Her zaman dürüst dostlara ihtiyaç vardır hayatta. Onlar sizin aynanız olur, şeffaf ve sevecenlerdir. Neyse ki, 20 yıldır her halimi görmüş, her dönemime tanık olmuş dostlarım var. Bunun için hep teşekkür ederim hayata. Onları dikkatle, yargısız ve savunma yapmadan dinledim.
Sonuç? Kendimi derin duygusallığım, hassasiyetim ve kırılganlığımla sevip kabul etmeye çalıştım. Hatta sadece kabul etmeyip, onların bana içten içe güç verdiğini hatırlattım kendime. Ama bunu sürekli kendinize hatırlatmanız lazım. Her kalbiniz kırıldığında... Her heyecanınız kabusa dönüştüğünde... İşler istediğiniz gibi gitmediğinde... Sevdiğiniz ve değer verdiğiniz insanlar çekip gittiğinde... Gözünüz kapalı güvenip, sırtınızdan bıçakladığınız her seferde... Yoksa aynı döngü devam eder.
Bugün bir makale okuyup onu paylaştım, orada "hassasiyetimi iyileştirmeliyim" diyordu. Zayıf bir anımda, egomun da beni iteklemesiyle "evet" dedim "benim de iyileştirmem lazım". Baktım ki hala, zaman zaman mücadele ediyorum, anladım ki hassasiyetimin canımı acıttığı her an, içimdeki bütün hücreler bundan kaçmak istiyor.
O an bana bir tanıdığımdan bir mesaj geldi. Bana hassasiyet meselesini araştıran konuşmalar yapan birinden bahsetti. Ben tesadüflere inanmam. Ama meleklere inanırım. Bizimle konuştuklarına inanırım. Bunu bir işaret olarak gördüm, girdim dinledim konuşmalarını. Bir tanesini de paylaştım. Tekrar sorgulattı bana hassasiyetimi. Üzerine de oturdum, bütün açık yürekliliğimle bu yazıyı yazdım.
Belki siz de duygusallığınızla, hassasiyetinizle mücadele ediyorsunuzdur... Belki siz de içinizdeki çocuğun sesini bastırmaya yöneliyorsunuzdur. Belki kırılganlığınızı bir kusur olarak görüyorsunuzdur... Bunun bir kusur değil, sahip olabileceğimiz en değerli duygulardan, oluş biçimlerinden biri olduğunu anlatmak istedim. Kırılganlığınızın ayarlarıyla oynamayın. Canınızın yanması demek, hayatta risk alıyorsunuz, korkmuyorsunuz, korksanız bile adım atıyorsunuz demektir. Tam olarak sevebilmenin, herşeyle BİR olmanın yolu buradan geçiyor. Lütfen katılaşmayın. Ödediğiniz bedeller, çeşitli mutluluk ve huzur formları olarak size dönecektir, buna tüm kalbinizle inanın. Beyaz kalmak, hala hassas olabilmek tahmin edemeyeceğiniz kadar önemli. Dibine kadar sevmeden, güvenmeden, inanmadan bu hayat neye benzer ki?
Lütfen sevmeye ve sevilmeye layık olduğunuzu unutmayın. Sonsuz sevgiyle,
ZD
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder