13 Aralık 2008 Cumartesi

yap-boz

İnsan kendi içindeki labirentlerde kaybolunca, dizlerinin üzerine çöküp dua etmenin yararsız olduğunu gösterircesine akıyor hayat, ilahi yardımların içsel inanç sisteminden oluştuğu zamanlarda, insan kendine inanmadan, kendini inandırmadan, kurallarını yıkıp tutunacak dalları dahi olmadığında gülümsemeyi öğrenmeden, kendi yaptığı kozadan kabuklarını kırarak dışarı açılmadıktan, bu arada kendine ait ne varsa bir yap-boz misali keşfedip, kaybedip, yeniden anlamlandırmadan içinde bulunduğu yolculuğu keşfedemiyor.

Kendini sıfırlayabilmeli bazen insan, kendine zarar gelmesin diye senelerce uğraşıp didinip ördüğü sağlam duvarlarda delik açabilmeli zaman zaman, ötesinde ne olduğunu görmek adına değil de o duvarları delip yine de ayakta kalabildiğini kendisine göstermek için… Bireyselliğin keşfinin acılı olduğunu öğretmedi oysa kimse bize, “karşındakini sev” dediler, “fedakarlık iyidir” dediler, ilk önce kendini sevmeden başkalarına verecek hiçbir şeyin olmadığı gerçeğini göz ardı ettiler.

Işık’ı kendi içinde bulmak için kendini sevmenin, kabullenmenin, tekliğinin mucizevî parıltısını hissedebilmenin gerekliliğinden üstün körü haberleri olanların düştüğü derin kuyularda kaybolmak her zaman gerekli mi, bilmiyorum. Herkes aynı şekilde keşfetmez bazı şeyleri. Kişinin bazen tek başına arkasına bakmadan yürümesi, bazen de hiçbir şey yapmadan, çimlere uzanıp gökyüzünü seyretmesi gereken anlar var hayatta. Tek başına yürürken bir sonraki durağın ne olduğunu oraya varmadan nasıl bilmiyorsa, gökyüzüne bakıp sadece durduğu zaman, kalkması gereken anı o an gelmeden bilemeyebilir kişi. Hayatın hem en bilge, hem de en esprili yanlarından biri de zaten bu değil mi?

Hiç yorum yok: